Tarihi filmlerin n’efsane karakteri: Cüneyt Arkın

Paylaşın:

Cüneyt Arkın dediğimizde, insanların aklına farklı karakterler gelir. Gençler, Kuruluş Osman dizisindeki Aksakallı‘yı, Orta ve biraz yukarısı; Dünyayı Kurtaran Adam, Malkoçoğlu, Battal Gazi, Kara Murat‘ı, iyice karta kaçanlarsa salon filmi denilen Yeşilçam melodramlarını hatırlar.

Biz, hayal dünyasındaki Cüneyt Arkın’ı değil, yıllar önce Levent’teki meşhur evine gittiğimizde tanıdığımız, gerçek dünyadaki Fahreddin Cüreklibatur‘u anlatmak istiyoruz. Karşımızdaki adam, en ciddi konularda bile gülünebilecek bir taraf bulan biriydi.

Kaynaklarımız bol; bizzat kendisi, gazete haberleri, onu tanıyan hemşehrileri ve mesai arkadaşları, görünenden biraz farklı bir Cüneyt Arkın’ı tasvir etmemize imkan veriyor. Her şeye rağmen, O bizden biridir ve hayatını inceleyen herkes kendinden bir parça bulur.

AİLE SOYADI MAĞDURUYDU

Cüneyt Arkın, 1937 yılında Eskişehir’de, Alpu’ya bağlı Karaçay köyünde dünyaya gelir. Asıl adı Fahreddin’dir. Kırım’dan göç etmiş, tarımla uğraşan bir ailenin çocuğudur. Annesinin adı Halise’dir. Babası Yakup, Kurtuluş Savaşı gazisidir. Aile, soyadı mağdurlarındandır. Yakup amca, nüfus dairesinde soy isim olarak Cüreklibatur‘u almak istediğini söyler ki, Tatar lehçesinde “Yürekli kahraman” demektir. Nüfus memuru Çöreklibatur diye kaydeder. Baba durumu anlayana kadar iş işten geçmiştir. O günün şartlarında değiştirme imkanı bulamaz. Cüneyt bunu anlatırken “Buna da şükür” demişti, “Çörekli basur diye de yazabilirdi.”

Toplamda on kardeş olmalarına rağmen üçü hayatta kalabilmiştir. Evin tek erkek evladıdır. O dönemde herkes fakirdir. Türkiye’de karneyle ekmek satılırken, “Yunanistan’ın ihtiyacı var” diye binlerce ton buğday’ın, vagonlarla Yunan’a bağışlandığı yıllardır. (Ahmet Faruk Barutçu’nun anıları, 29.12.1976-Milliyet) Cüneyt’in ailesi fakir ötesi bir hayat sürer. Kıtlık ve arkasından yayılan şarbon yüzünden sahip oldukları 80-100 koyun telef olur, sıfırı tüketirler. Baba ırgat olur, küçük Cüneyt ise çoban… Açlık çekerler. “Rüyalarımda somun ekmek görürdüm. Mis gibi kokarlardı” diye anlatır o günleri.

Köy yerinde, çiftçilik yapabilecek insana şiddetle ihtiyaç varken, babası onu ilkokula yazdırır. Köyde okul olmadığından Eskişehir’e gitmesi gerekmektedir. O zamanki imkanlara göre; köyle Eskişehir arasındaki 30 km lik mesafeyi sabah akşam gidip gelmesi mümkün değildir. Yine o günlerde öğrenci yurdu hayal bile edilemezdi. Bir yakınlarının evinde kalarak ilk ve ortayı bitirir, lise tahsiline başlar. Bulduğu her şeyi okur, hatta kese kağıdı yapılan gazeteleri bile…

Artist olacak çocuk, sahnedeki duruşundan belli olur.

GENÇ TİYATRO OYUNCUSU

Mayasında sanatçı olmak vardır. “Okulun hemen karşısında cezaevi vardı, devamında uçsuz bucaksız bostanlar, kırlar… Sınıfın penceresinden bakarken hücrelerinde yatan mahkumları düşünürdüm, sonra en kuzeydeki Bozdağ’a kadar uzanan özgür toprakları… İlk hikayemi bu ikilem üzerine kaleme almıştım” diye anlatır. Kısa hikayeler yazar, sonra bir roman denemesine girişir. Okulun temsil kolunda piyeslerde rol alır.

Yaz aylarında babasına yardım eder. Kavurucu sıcakta tarlada çalıştıktan sonra eve döndüğünde duvar dibine iliştirilmiş yatağına yatar ve hayaller kurar, bunları kağıda döker. Harman zamanı doğru Eskişehir’e… Bir defasında, okula ayak bastığı gün ona; “koyun koktuğu” söylenir. Çok üzülür. Söyleyen erkek olsa vereceği cevap için literatürü geniştir. Ama söyleyen kişi piyes kolundan bir kız arkadaşıdır.

Köydeki yatağı ve doktorluktan kalma tabelası

NEDEN DOKTOR OLMAK İSTEDİ?..

O günlerde acı bir haberle sarsılır. Küçük ablası kısa bir hastalıktan sonra vefat etmiştir. “Eğer imkan olsaydı ölmeyebilirdi” denildiğinde kararını verir, doktor olup şifa dağıtmak ister. Ama nasıl olacaktır?.. O dönemde yüksek okul okumak zordur. Hele tıp tahsili yapmak, Anadolu evladı için çok-çok zordur. En önemlisi; o günlerde meslek, babadan oğula geçer, doktor babanın oğlu tıp eğitimi alıp doktor olurdu. Belki, iyi niyetinden olacak, şansı yaver gider. Adnan Menderes’in estirdiği rüzgarla halk tabakasından çocuklar da yüksek okullara kabul edilmeye başlanır. 1956 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’ne girer. Fakirliğin gözü kör olsun, en iştahlı çağında doyasıya yemek yediğini hatırlamaz. Devletin sağladığı bursla ve kısa süreli ufak tefek işler yaparak -ki bunların arasında inşaat ameleliği de vardır- harçlığını çıkarır. Bir tek elbisesi vardır, tahsil hayatı boyunca onu giyer. Bütün bunlara rağmen, yayınevleri ve gazetelerin topluca bulunduğu Cağaloğlu’ndan hiç çıkmaz. Son kuruşuna kadar kitaba verir. Yayıncı Ramazan Arkın’ın dikkatini çeker. Bu zat, o günlerin en popüler kitaplarını yayınlamaktadır. Ünlü Hayat Ansiklopedisi yok satmaktadır. Gökkuşağı adında fasiküller halinde resimli ansiklopediler çıkarmaktadır. Genç tıp öğrencisine bazen ücretsiz, bazen kar almadan kitaplar verir.

27 Mayıs 1960 ihtilalinden hemen sonra, Üniversite bahçesinde yapılan gösteriler sırasında Kafkas kökenli Güler Mocan isimli bir genç kızla tanışır. O da tıp öğrencisidir. Birbirlerine aşık olurlar.

1961’de okulu bitirince nişanlanırlar, 1962’de de evlenirler. Güler hala öğrencidir. Cüneyt göreve başlar. Arada bir İstanbul’a gidip gelir. Sonra askere alınır. O yıllarda askerlik iki yıl sürmektedir. Yedek subaylığın ilk altı ayını İzmir’de, kalan 1,5 yılını Eskişehir Hava İkmal’de “doktor” olarak tamamlar.

KISMET AYAĞINA GELİR

O günlerde, hava üssüne İstanbul’dan filmciler gelir. Halit Refiğ yönetmenliğinde havacıların hayatını anlatan bir sinema filminin çekimine başlanır. Hava kuvvetlerinin bütün imkanları seferber edilir. Özel jet ve helikopter uçuşları düzenlenir ki görülmüş şey değildir. Ancak senaryo basitin en basitidir. Bir havacının yazdığı hikayeden yola çıkılmıştır. Olay Eskişehir’de geçmesine rağmen güneydoğudaki ağa tipiyle mücadele edilir. Dönemin rüzgarına paralel, kötü politikacı Demokrat Partilidir. Bu durum açıkça ifade edilmese de cümleler ve tiplemeler bas bas bağırır. Kötü politikacının yazıhanesi olarak CHP’nin vilayet binasına yakın şubesi kullanılır.

İstanbul’dan getirilen oyuncular filmin ana karakterlerini oluştururlar. Diğer rollerin tamamı hava kuvvetleri mensuplarınca icra edilir. Filmin sonlarına doğru, hikayede yer alan doktor için eleman aranırken, hava üssünün genç, boylu-boslu doktoru yönetmen Halit Refiğ’in dikkatini çeker. Ancak rol kısadır, iki sahneden oluşacaktır. Fahreddin kabul etse de şartlar gereği çekimde bulunamaz. “Ben de sinemaya çok meraklıyım. İstanbul’a geldiğimde yanınıza gelirim” diye açık kapı bırakır. Film çekimleri devam ederken köprübaşında bulunan Bizim Kitabevi’nde tekrar karşılaşırlar. Halit Refiğ ondan tekrar söz alır.

Askerlik sonrası mecburi hizmet için Çukurova’da hükümet tabibi olarak çalışır. Tavsiyeler üzerine 1963 yılında Artist Mecmuası’nın yarışmasına katılır, birinci olur. Eskişehir’e gidip anne babasına “Ben doktorluğu bırakıyorum, artist olacağım” der ve eşi Güler’le İstanbul’a yerleşir.

Halit Refiğ’in Şişli’deki evinin kapısını çalar. Yönetmen o günlerde Gurbet Kuşları adında bir filmin hazırlığını yapmaktadır. Rollerden birini ona verir. Fahreddin, çekimlerde çok başarılı olur. Özellikle finaldeki kavga sahnesi onun sinemadaki geleceğinin ilk habercisidir. Sıra filmin afişlerini hazırlamaya gelince Fahreddin Cüreklibatur’un sinema için uygun olmadığını düşünüp isim arayışına girerler. Muhabbet esnasında o günlerin iki popüler kişisinden mülhem; Cüneyt Gökçer’in CÜNEYT‘ini, çok sevdiği yayıncı Ramazan Arkın’ın ARKIN‘ını alarak ona CÜNEYT ARKIN adını takarlar.

SAVULUN CÜNEY-TARKIN GELİYOR!..

Cüneyt Arkın, film piyasasına freni patlamış kamyon gibi girer. Hiç durmaksızın filmler çekmeye başlar. Hülya Koçyiğit’le çevirdiği Sevgim ve Gururum‘ da haşin, duygusuz, zengin ama bir o kadar da yakışıklı birini oynar. Silahlı Paşazade’de ise, başına fes takıp Osmanlı delikanlısı olur. Filiz Akın’a olan aşkı nedeniyle fena halde kırbaçlanır. Çıtkırıldım’da ise yine Filiz Akın karşısındadır ama nazenin bir edebiyat hocasıdır ve dövüşçülükle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Hepimiz Kardeşiz’de köy öğretmeni olur. Filmin çekildiği köyde onun doktor olduğunu duyan köylüler, muayene olabilmek için önünde kuyruk oluştururlar. Millet Cüneyt Arkın’ı çok sevmiştir. Adının geçtiği filmler büyük iş yapar. Ahali adını “Cüney Tarkın” diye telaffuz eder. Ayhan Işık‘ın ona, “Anan gibi saç uzatacağına baban gibi bıyık bırak dediği” dillerde dolaşır. Bu söz hiç edilmemiş olsa da Cüneyt Arkın’ın adı sevenlerinin yanı sıra sevmeyenlerinin de dilindedir.

“Oynamam gerekiyordu” dediği iki filmin afişi

HATIR İÇİN İKİ FİLMDE OYNAMIŞ

“Hatır için iki tane filmde oynadım” demişti. Her ikisi de atalarıyla alakalıdır. İlki 1966 yapımı Kolsuz Kahraman‘dır. Türklerin başbuğu Kültigin’in emriyle, babasını öldüren Çinlilerden intikam alan genç Alpago rolündedir. O günlerde Türkiye’de, henüz kıpırdanma aşamasında olan milliyetçi hareketi gayrete getirmek isteyenlerce teşvik edilmiştir ancak, hikaye ilkokul müsameresi gibidir, dekorlar perişan, özellikle Çinlilerin kıyafetleri kartondandır. Ama olsun, onca kalitesizliğe rağmen Kırım Türklerinin vatan hasretini anlatan “Menim Adım Bülbüldür” türküsünü bir kuşağın diline dolamıştır. 

ŞÖHRETİN BEDELİ AĞIRDIR

Eşi Güler, setlerde kocasını yalnız bırakmaz. Genç, şöhretli, etrafı kalabalık ve parası olan bir sinema oyuncusunun arkadaşı genelde alkol olur. Bu tuzağa düşmeyen yok gibidir ve bu tuzağa düşenlerin kimi istikbalini, kimi kazancını, kimi sağlığını, kimi aklını kaybetmiştir. Çok şükür Cüneyt bunları değil, sadece kendini kaybetmiştir. Setlere alkollü gelmeler, sağa sola sataşmalar, set elemanlarıyla didişmeler, rol arkadaşlarıyla kavgalar gırla gider. Evinin düzeni de bozulmuştur.

Cüneyt’in mesleğinin sabredilir tarafı yoktur. Bu yüzden sinema dünyasında evlenip te bir ömür boyu mutlu olana çok zor rastlanır. Bu arada doğan kızları Filiz’e rağmen boşanırlar. Cüneyt Arkın, kızını görmek ister. Göremeyince bir iki arkadaşını da yanına alarak kayınpederi Raşit beyin evini basar. Hepsi de sarhoşturlar. Silah çeker, Güler’i döverek çocuğu götürür. Polis marifetiyle iade eder.

Bu olay evliliğin sonu olur. Bir daha çocuğu göstermezler. Oturur kızına mektup yazar, “Annen seni göstermiyor. İki aydır görmedim, iki bin yıl gibi geldi” der.

At üzerinde her türlü numarayı öğrenmiştir.

Mesleğinde ilerlemeye karar verir.  Karate kursuna gider, İstanbul’a gelen Fransız Medrano Sirki ile Kazak Devlet Sirki’nde at cambazlığını öğrenir ki o günlerde sadece Türkiye’de değil, dünyada bile böyle bir oyuncu yoktur. Artık o birçokları için John Wayne, Burt Lancaster ve Alain Delon kadar büyük bir oyuncudur. Tip olarak eksik yoktur. Kabiliyet olarak hepsine beş basar.

Bu uğurda başına gelmeyen kalmaz, hareketli sahneleri çekerken attan düşer, geçici felç olur, diz kapağı döner, kaburgaları kırılır… Buna rağmen pes etmez.

Aslında onun yaşadıklarının her birinin ardında bir travma vardır. Mesela H.S. diye anabileceğimiz bir gazete patronu çağırır “Sen, sinema yıldızı T.Ş.’ye aşık olacaksın ve sonra intihar edeceksin. Böylece seni bütün Türkiye konuşacak” diye ahlaksız bir teklif yapar. Amacı yeni kurduğu gazetenin tirajını artırmaktır. Cüneyt buna çok bozulur. Zira, o günlerde Betül’ü yeni tanımıştır ve T.Ş.’nin de birlikte olduğu çok ünlü biri vardır. (Süleyman Çobanoğlu ve Tanıklar, Kanal 7, 17 Temmuz 2001)

YURT DIŞINDAN GELEN TEKLİFLER

Yabancı sinemacıların dikkatini çeker. 1969 yılında vizyona girecek Mackenna’s Gold adlı kovboy filmi için oyuncu kadrosu oluşturulurken, dönemin iki ünlü ismi Gregory Peck ve Telly Salavas‘ın yanında farklı bir tipe ihtiyaçları vardır ki başrol kadar önemlidir. Cüneyt Arkın’ı davet ederler. Türker İnanoğlu’nun anlattıklarına göre, ABD’nde çekimler başlar. 10 gün sonra alkol nedeniyle kavga eder, setin altını üstüne getirir. Yönetmen J. Lee Thompson tarafından kovulur. Yerine alel acele Mısırlı aktör Ömer Şerif‘i  davet ederler. Hayatının en önemli fırsatını kaçırır. (Beraber ve Solo Serzenişler, İzzet Çapa, Youtube kanalı)

James Bond filmleri çeviren Guy Hamilton, 1973 yılında çekimlerine başlayacağı yeni filmi için, batıda tanınmamış ama dövüş bilen, iyi ata binen, atletik yapılı, yakışıklı birini ararken İtalyan filmcilerin tavsiyesi üzerine Cüneyt Arkın’da karar kılar. Bu sefer de Cüneyt kabul etmez teklifi… Yerine Roger Moore seçilir.

BRUCE LEE’nin SET KOMŞUSUYDU

İtalyan sinemacılar, onu John Arkin adıyla dünya sinema piyasasına lanse etmeye çalışırlar ama o dış piyasalar için kendisinden beklenen gayreti göstermez. Yani İngilizceyi iyi konuşmak için ciddi bir çalışmaya girmez. Soranlara da “Türkiye bana yeter” der. Oysa at üzerinde cambazlık ve akrobasi üzerine çalıştığı kadar dil öğrenmeye gayret gösterseydi, dünya tarihinin en büyük aktörlerinden biri olabilirdi.

Kendi gidemese de filmleri yabancı ülkelerde iş yapar. Ünü bütün dünyaya yayılır. İtalya’da John Arkin, İngiltere’de Steve Arkin, ABD’nde George Arkin, İran’da Fahreddin, uzak doğuda Lee Arkin olarak nam yapar. Dönemin dünya çapındaki ünlü oyuncuları ile aynı filmi olmasa bile aynı seti paylaşır. “İtalya’da Küçük Kovboy’u çekerken seti Bruce Lee ile ortak kullanıyorduk. Tahminimden de ufak tefekti. Kendisini çok iyi yetiştirmişti ama dövüş dışında bir rolde başarılı olamazdı. Ben onu görünce, bir rolün üzerime yapışıp kalmasından hep çekindim” demişti.

MALKOÇOĞLU YANKİLERE KARŞI

Sadece Türkiye’de değil, yabancı ülkelerde de vukuatları vardır. İran’da gerçekleşen Yusuf ile Züleyha‘nın çekimleri zorlu geçer. Sıcak hava ve çalışma temposu çok yorucudur. Hilton’daki dairesinde uyuyup dinlenemez. Zira yan odadaki ABD askerleri içip-içip ortalığı dağıtmaktadır. Cüneyt, önce kendilerinden rica eder susmaları için, hem de bir kaç defa… Umursamazlar; İran’da kendilerine general muamelesi yapıldığı için şımarıktırlar. Cüneyt, yönetime şikayet ederse de durum düzelmez. Bir kaç gün böyle devam eder. Son sahnenin çekiminden sonra doğruca otele gider. Odasından oklarını ve yaylarını alır. Pavyon basar gibi yan odaya dalar. Amerikalılar neye uğradıklarını şaşırırlar. Cüneyt hepsine ok atar. Adamlar yaralanmamak için tam siper yaparlar. Ortalık biraz yatışınca bir şey Cüneyt’in dikkatini çeker. Bunlar, daha öncekiler gibi genç değildir, yaşını başını alan subaylardır. İşin gerçeği anlaşılır. Savunma işbirliği anlaşması için gelen ABD heyetine mensup generalleri ok manyağı yapmıştır. Araya giren İran, Türk ve ABD yetkilileri sayesinde olay tatlıya bağlanır. Generallerden birinin ifadesi hala unutulmaz; “Yahu ben bu gece yaptığım askeri talimi askerlik hayatım boyunca yapmadım.”

Betül Işıl ile dini nikahı kıyılırken.

CÜNEYT’i YOLA GETİREN KIZ

Boşandıktan sonra, hayatının belki de en doğru tercihini yaparak Betül Işıl adında hostes bir kızla evlenir. Alkolden vazgeçemez; yine dayak, hakaret, yine eve gelmemeler. Kısa sürede boşanırlar. Kayınvalide Halas hanım “İçince bambaşka biri olup çıkıyor. Kimse kızını vermesin” diye dert yanar gazetecilere… Betül Işıl da benzer şeyler söyler ve ilave eder “Kıskançlık krizlerine girer, beni döverdi. Elinin sakat kalmasının sebebi cama vurup elini kesmesiydi. Gazetecilere ‘film setinde oldu’ dedim. Tahran’da dayak yerken gözümü patlattı, aileme ‘trafik kazası geçirdik’ dedim.” (Ses Dergisi, sayı: 9, 1971)

Ancak her ikisi de birbirini seviyordur. Bir süre sonra tekrar bir araya gelirler. Herkes “ha boşandı ha boşanacak” diye beklerken, Betül’ün sabrı ve dirayeti, Cüneyt’in hayatını bir nebze olsun hizaya getirir. Öyle ki, “Oğlum olsun içkiyi bırakacağım” diye sözler verir. Bir değil iki oğlu olur ama içkiyi bırakmaz, ancak eskisi gibi de küfelik olduğunu gören olmaz. Yıllar sonra bir tv yayınında “Eğer Betül olmasaydı ya mezardaydım ya tımarhanede…” diye yaşadıklarını itiraf eder. Çocuklarına düşkün bir baba olur.

NE SAĞCI NE SOLCU

12 Eylül öncesinde insanlar genelde, sağcı veya solcu diye ortaya çıkmaktan korkmaktadır. Ortaya dökülenler de bulundukları camianın kültür yapısını bilmez; ne marksist “artık değer”i, ne de diğerleri dinlerini ve tarihlerini… Sadece sloganlar atılmaktadır, arada bir de molotof kokteylleri… 

Artistlerin hemen hepsi solcu ve devrimci pozlar sergiler. En babalarını marksizmden imtihan etseniz kağıdı boş verir. Cüneyt böyle gözükmek istemese de bir iki filminde, üzerinde DİSK yazılı duvar önünde devrimci tiradlar atar. Ancak Sovyet Rusya zulmünden kaçan Kırım Tatarı bir ailenin çocuğudur. O yıllarda Türkiye’de, Sovyet kamplarında zulüm gören Kırımlı Mustafa Cemiloğlu’na yapılan işkenceler konuşulmaktadır. Bir süre sonra Cemiloğlu’nun öldürüldüğü duyulur. Bu atmosferde önüne, ataları gibi Kırım’dan Türkiye’ye sığınan bir gencin hayatını anlatan film teklifi gelir. Kabul etmek zorundadır. Rol arkadaşları da kendisi gibi ılıman görünmek isteyenlerden oluşur. Film, Güneş Ne Zaman Doğacak adıyla gösterime girdiğinde yer yerinden oynar. Gerçi film kaliteli değildir. Türk gibi başlar ve dakikalar ilerledikçe zamanın Yeşilçam sınırlarından çıkamaz. Fakat bir tek sahnesi on filme bedeldir. Yurdum insanının hâli pür melâlini anlatır. Kahramanımız ata yurdunda ezan sesine hasrettir. İstanbul’da, gemiden kaçarak Sarayburnu’nda karaya çıkar. Ezan sesini duyunca “boş yer kalmaz” korkusuyla Sultanahmet camiine koşar. İçeri girdiğinde sabah namazında 5-10 ihtiyardan başkası yoktur.

Sinemanın çöktüğü 1980’li yıllarda siyasete soyunur. ANAP‘tan milletvekili adayı olarak seçimlere, hem de memleketi olan Eskişehir’den girerse de kazanamaz. Sonra “İşçi Partisi hükümetinde göreve hazırım” diye ortaya çıkar. “Biri sol, diğeri sağ parti” diye sorduğumda “İkisi de bu toprakların mahsulü…” diyerek yaşadığı ülkenin şartlarını iyi özümsediğini gösterir. 

Hakkında yapılan karikatürleri çok severdi.

1990’lı yıllarda tekrar doktorluğa soyunur. Aslında sembolik bir vazifedir. Türkiye Gazetesi Hastanesi‘nde moral doktorluğu yapar. Bu, batıda uygulanan bir yöntemdir ve papazlarca icra edilmektedir. Cüneyt Arkın hastaları tek tek ziyaret ederek moral verir. “Malkoçoğlu hasta ziyaretinde” diye haberler yapılır. Bir süre sonra TGRT‘de Babacan programını sunarak sosyal konuları gündeme getirir. Yine TGRT’nin uzun soluklu dizisi Bizim Ev’de, evin babası rolünde boy gösterir.

Türkiye Gazetesi’nin sponsorluğunda, ülke çapında uyuşturucu ve alkole karşı konferanslar verir. Aynı gazetede köşe yazarlığı yapar.

Sevenleri, onu en son TRT‘de yayınlanan tarihi bir dizide, Osman Gazi’nin baba dostlarından biri olarak görür.

HAYATININ KEŞKELERİ

İlk göz ağrısı kızına, yıllar önce yazmış olduğu bir mektubunun ortaya çıkmasıyla tekrar gündeme gelir. Bu mektubunda, annesinin Filiz‘i kendisine göstermediğinden şikayetlenmiştir. “Seni iki aydır göremedim, bin yıllık bir özlem içerisindeyim” diye seslenir. Ancak, yıllar sonra yaptığı açıklamada, nedense kızını hatırlamak istemez, “Benim, iki oğlumdan başka çocuğum yok ki…” diye cevap verir. Herkesi kucaklayıcı tavırlar sergileyen Cüneyt Arkın’ın kızını dışlamasına kimse anlam veremez. Muhtemelen içinde büyük bir kırgınlık vardı.

Hatırlamak istemediği bir başka konu daha vardır. Katıldığı bir programda; “Filmlerimde hiç dublör kullanmadım. Neden bu güzel halkımı aldatayım?.. Başkası benim yerime tehlikeye girecek, atlayacak bana yakışır mı?..” der. (Yeşilçam Söyleşileri, Üsküdar Belediyesi, 2018) Oysa, Yumurcak Küçük Kovboy filminde, dublörlüğünü yapan Mahmut Gülay, ters parende atarken boynu kırılmış, iki gün sonra da ölmüştü.

Son zamanlarında bazılarına itici gelen söylemlerde bulunduğu haberleri yayınlanır. Hele müzik dünyasının ünlü ismi Orhan Gencebay hakkında, bugün hayatta olmayan Kemal Sunal’ın şahit gösterilerek edilen laflar hepten garip karşılanmıştır. (Benim Kahramanım Türk Halkıdır, Cüneyt Arkın, İstanbul-2022) Üstelik bu kişi, kendisi gibi Kırım kökenli bir ailenin çocuğudur. Bunu, “Kara Murat gündeme gelmek için yapıyor” diye yorumlayanlar olur. Oysa onun böyle fırıldaklara ihtiyacı yoktur. Zira bu kitabı kendi kaleme almamış, anlattıkları kağıda dökülmüştü. Benim kanaatim, ya editöryal bir hata oldu veya kitap çok satsın diye böyle bir laf ileri sürüldü.

ONUN GİBİSİ BİR DAHA GELMEZ!..

Ama her şeye rağmen o, en iyi ata binen, en iyi dövüşen, hitabeti en iyi olan, en iyi hikaye yazan,  en kültürlü, sadece Türk sinemasının değil, dünya sinemasının en başarılı sanatçısıdır. Bu başarıyı, sinema akademilerinde okumadan kendini yetiştirerek elde etmiştir. Bir daha böylesi gelir mi, sanmıyorum.

KAYNAK
Biyografi Analiz 4, Türkiye’nin Birikimi Aydınlar, Mayıs-2022

Paylaşın:

Sevebilirsin...