İhtiyar kayıkçı
Zamanın padişahı, bir kış günü halkın ne durumda olduğunu, neler yiyip içtiğini, ne ile meşgul olduklarını öğrenmek ve kendi gözleriyle görmek için, saraydan iki görevliyi yanına alır. Tebdil-i kıyâfetle, yani kılık kıyafetlerini değiştirerek İstanbul içinde halkın arasına karışırlar.
Bakarlar ki; insanlar kendi halinde, işleriyle meşguldür. Kimi alışverişte, kimi gezmelerde… Padişah, normal bir vatandaşmış gibi herkese selam verip, hal hatır sorarak aralarında dolaşır.
Bu sırada, Haliç kenarında yolcu bekleyen yaşlı bir kayıkçıyı gözüne kestirir. Yanına gidip selam verir ve kayığına biner. Küreklere asılan kayıkçıya “Dilden anlayanla dillenmek, halden anlayanla hallenmek başka olur” diyerek muhabbete başlar. Görevliler, Padişahın basit bir kayıkçı ile kaliteli bir sohbete başlamasına şaşırırlar. İçlerinden “Kayıkçı muhtemelen Padişah’ın ne demek istediğini bile anlamadı” diye düşünürler.
Padişah, “Söyle bakalım babacığım, altılarda ne yapıyorsun?..” diye sorar. İhtiyar kayıkçı, “Altıya altıyı katmayınca otuza yetmiyor” diye cevap verir.
Görevliler hiç şey anlamazlar. İyice kulak kesilirler.
Padişah yine sorar: “Geceleri hiç kalkmadın mı?..” Adamcağız “Kalktık kalmasına da, bize değil ellere yaradı” der.
Padişah bu sefer “Evde kedi var mı” diye sorar. Kayıkçı “Bir tane var, bir tanesi de evin etrafında dolaşıyor” diye cevaplar.
Padişah görevlilere dönüp baktığında ikisinin de saf saf kendilerini seyrettiğini görür. Sonra kayıkçıya dönerek, “Sana iki tane kaz göndersem yolar mısın?..” diye sorar. İhtiyar, büyük bir keyifle “Ne demek, hem de hiç ciyaklatmadan yolarım” diye cevap verir.
Sohbet bitince, kayıkçı yolcuları sahile bırakır. Padişah ve görevliler saraya dönerler. Tam kapının önünde Padişah birden; “İhtiyar kayıkçıyla neler konuştuk, anlatın bakalım!..” deyince utana sıkıla hiç bir şey anlayamadıklarını söylerler. Padişah çok kızar: “Halktan kopuk yaşarsanız, elbette halkın gündeminden anlamazsınız. Yarın size kayıkçı ile ne konuştuğumu soracağım. Cevap vermezseniz ikinizi de Fizan’a sürerim” diye tehdit eder.
İki görevli de korku ve telaşla koşa koşa Haliç kenarına giderler. Bakarlar ki Kayıkçı müşteri bekliyordur. Telaş içinde sandala binerler. Doğrudan konuya girerler:
“Bizi hatırladın mı?..”
İhtiyar kayıkçı: Evet!..
“Biz kimiz biliyor musun?..”
İhtiyar kayıkçı: “Sizi bilmem ama yanınızdaki Padişah Efendimizdi.”
Görevliler yalvarmaya başlar; “Babacığım, ocağına düştük. Aranızda ne konuştunuz anlayamadık. Padişah ta bize bunları sordu. Cevap veremezsek bizi çöllere sürecek. Ne konuştunuz, bize de anlatsana…”
İhtiyar umursamaz bir tavırla; “Anlatırım anlatmasına da bedava olmaz, her soru için 1 altın isterim” der. Görevliler çaresiz kabul ederler. İlk altını verip sorarlar:
“Padişah, ‘Altılarda ne yapıyorsun?..’ diye sorduğunda, Sen ‘Altıya altıyı katmayınca otuza yetmiyor’ dedin. Ne demek istedin?..”
“Padişah ‘yazın altı ay çalışmadın mı da, kış günü çalışıyorsun?..’ dedi. Ben de sadece 6 ay yazın çalışmak yetmiyor. Kışın da çalışmak gerekiyor’ dedim.”
Görevliler ikinci altını verirler.
“Padişah ‘Geceleri hiç kalkmadın mı?..’ Yani çocuğun olmadı mı diye sordu: “Ben de ‘büyüdüler, artık gözleri bizi görmüyor’ anlamında ‘Kalktık kalkmasına da, bize değil ellere yaradı’ diye cevap verdim.”
Görevliler üçüncü altını verirler.
“Padişah ‘Evde kedi var mı?..’ diyerek ‘Evde gelin var mı’ diye sordu. Ben de bir tane var, bir tane de gelmek üzere’ anlamında ‘Bir tanesi de evin etrafında dolaşıyor dedim.
Görevlilerden biri, dördüncü altını vermek üzere keseye elini atmak isteyince arkadaşı mani olur. “Sakın yolunacak kazlar kimdi diye sorma” diyerek kaçıp giderler.
Olur Böyle Vakalar, Ahmet Sarbay