Bir Diplomasi Şaheseri / Zülfü Livaneli
Dilimize pelesenk ettiğimiz biçimde, bir ülkenin “hassasiyet”leri varsa, bunların üzerine paldır küldür değil, hassas politikalarla ve diplomasiyle gidilmesi gerekir.
Son günlerde Osmanlılar’ın “hassas” konulara, ne kadar “hassas” yöntemlerle eğildiğini anlatan örnekler vermeye çalışıyorum.
İnanın ki imparatorluk çöküş devrinde bile bizim şimdiki durumumuzdan daha becerikliydi.
Buna ilginç bir örnek de Ertuğrul Firkateyni…
Japonya ile milli maç yapacağımız günlerde hem Yokohama’dan kalkan bu gemide ölen 581 denizciyi anmak hem de “hassas” politikalara değinmek için gelin bu hikâyeyi bir kez daha hatırlayalım:
Abdülhamid, daha şehzadelik döneminde Japonya’ya büyük ilgi duyuyor, bu bilinmeyen ülkeyi daha yakından tanımak istiyor.
Aklında Rus Çarlığı’na karşı Japon İmparatorluğu’yla işbirliği yapmak bile var.
Bu yüzden padişah olduktan sonra Japonya ile ilişkilerini geliştirmeye gayret ediyor.
Ama bir yandan da Osmanlı’nın ezeli rakibi Rus Çarlığı’ndan çekinmekte. Japonya ile ilişkilerini mümkün olduğu kadar dikkat çekmeden yürütmek niyetinde.
Bu amaçla 1889 yılında Ertuğrul Firkateyni’ni Japonya’ya gönderiyor.
Hikâyenin gerisini biliyorsunuz: Gemimiz Japonya’da büyük sevgi gösterileriyle karşılanıyor ve dönüş yolunda Yokohama limanından kalktıktan sonra fırtınaya tutularak batıyor.
Türk denizcilik tarihinin en büyük facialarından biri yaşanıyor.
Gelelim diplomasi ustalığına: Firkateyn İstanbul’dan ayrılırken albay rütbesinde olan Osman Bey’in komutasında yola çıkıyor.
Abdühamid’in amacı bir Osmanlı paşasını Japonya’ya göndererek Rusları huylandırmamak.
Gemi Singapur limanına vardığı zaman bir telgraf emri ile Albay Osman Bey’i paşalığa terfi ettiriyor.
Yani Ertuğrul Firkateyni İstanbul’u bir albay komutasında terkediyor ve Japonya’ya bir Osmanlı paşası komutasında giriyor.
İşte diplomasi ve hesap böyle bir şey.
Madem hassasiyetler var, politikalar da böyle hassas olmalı.
Son günlerde bu örnekleri verişim, Osmanlılar’ın padişah isimlerinden başlayan bir titizlik ve dikkatle, şehir planlamasını da, diplomasiyi de, dış ilişkileri de, etnik sorunları ve din işlerini de bizden daha iyi kavradığını ve daha gelişmiş politikalarla çözdüğünü vurgulamak amacına yönelik.
Osmanlı’yı boş övgülerle yüceltmiyorum, kusursuz gibi göstermiyorum ama elimizi vicdanımıza koyup düşünelim: İstanbul Osmanlı yüzyılları boyunca korundu, Haliç lağım kokmadı, Boğaz çöplüğe dönüşmedi, Güneydoğu’daki köyler yakılıp oradaki milyonlarca kişi İstanbul’a doldurulmadı, toplumsal dengeler bu kadar altüst edilmedi.
Bunların hepsini biz yaptık
Değil mi?
Zülfü Livaneli, Sabah Gazetesi, 15 Haziran 2002 – Cumartesi