İngilizin aradığı
Kemal Tahir’in, Karlos adıyla konuşturduğu Parvus, yani Alexander Helphand, yaptığı kazıları merak eden Osmanlı subaylarına şöyle der; “Siz benim toprak altında geçmişinizi araştırdığımı sanıyorsunuz, oysa ben sizin geleceğinizi araştırıyorum!..” Aşağıda bahsedeceğimiz olay buna örnektir.
20. yüzyıla girmek üzereyken dünyanın bir numaralı istihbarat teşkilatı Yıldız, II. Abdülhamid Han’a ilginç bir rapor verir. Bu rapora göre İngilizler Ruslara, Osmanlı coğrafyasını paylaşmayı teklif etmiş, ancak Ruslar tarafından kabul görmemişti. Osmanlıyı parçlamak için binlerce senaryo üretip bıkmadan tek tek uygulayan ingilizler yeni bir plan ile bizzat Sultan’a rampa ederler. II. Abdülhamid Han, bu olayı hatıralarında şu şekilde anlatır; “İngilizler bana, önceleri anlayamadığım bir biçimde yanaşmaya başladılar.”
Bunlardan birinde İngiliz Elçisi Austen Henry Layard (1817-1894) huzura çıkar ve uzun uzun Suriye, Irak ve Anadolu’da büyük medeniyetlerin yaşadığını, buralarda arkeolojik kazı yapmayı düşünüp düşünmediklerini sorar. Güya elde edilecek kırık destiler, heykelcikler birer hazine değerindeymiş. Belki gerçek bir hazine de bulunabilirmiş. Bayram değil seyran değildir. İngilizlerdeki bu tarih aşkına bir anlam veremeyen Sultan, kesin bir cevap vermez. Ancak oltayı yuttuğunu sanmaları için konuyla ilgilenmek istediğini söyler. Bu sefer oltayı yutan ingiliz elçisi olur. Bu proje pahalı bulunuyorsa, İngiliz hükümeti seve seve bütün yükü omuzlayacağını, gerekli eleman ve ekipmanı derhal getirteceğini söyler. Üstelik çıkan tarihi eserler hiçbir bedel istenmeden Osmanlı Devletine teslim edilecektir. Sultan, “sen bunu külahıma anlat” diye düşündükten sonra kabul ettiğini söyler. Amacı İngilizlerle yakın ilişkiler kurmak ve bu teklifin arkasından neler çıkacağını öğrenebilmektir.
Elçi gittikten sonra Sadrazam Halil Rifat Paşa (1827-1901)’yı çağırır. Önce olay hakkında bilgi sonra da talimatını verir. “Bu ingilizler bir dümen çeviriyor ama anlayamadım. Yapacakları kazıyı adım adım takip edin.”
Bir süre sonra Kayseri, Musul ve Bağdat civarında kazı noktaları faaliyete başlar. Kazıları yerli insanlara yaptırdığından çalışmalar rahatça takip altına alınır. Çıkan eserler saraya gönderilir. Ancak istihbarattan hala matah bir bilgi gelmemiştir. İngilizler neyin peşindedir? Sultan bunlara bir ara gazı vermek için ziyafet düzenletir ve tarihe ışık tutan kahramanlar olarak hitap eder. Bu ziyafette Rus elçisi Aleksandr Nelidov (1838-1910) da vardır. Sultan, elçiyi makasa almış tepkisini ölçmek istemektedir. Nitekim muradına erer. Tarihe hizmet konusunda çekilen nutukları Rus elçisi zorlama bir gülümsemeyle takip eder. Sultan Rus elçisinin de buna inanmadığını ancak ingilizlerin bir dalavere peşinde olduklarına iyice emin olur.
Kazılarda pek matah şeyler elde edilemez ama İngiliz elçisi “sık sık” huzura kabul edilmek ister. II. Abdülhamid Han bunu şu şekilde anlatır; “Elçi ile sık sık görüşüyorduk. Ben, yapmak istediğim ittifak için zemin hazırlıyordum. İstiyordum ki teklif onlardan gelsin. Eğer uygunsa kabul edebileyim, değilse red…”
Kabul günlerinden birinde İngiliz elçisi sevinçle huzura çıkar. Elinde güya Musul’daki kazılarda bulunmuş eski bir kılıç vardır. Kılıç kırık ve küf pas içindedir. Üzerinde kıymetli işleme ve taşlar vardır. Elçi, kazı sırasında bir zelzele olduğunu, kılıcın diğer parçasının göçük altında kaldığını söyler. Sultan çok duygulandığını ifade ederek Elçiyi savuşturur. Kafası allak bullaktır. Zira ne Musul’da bir deprem olduğuna ve ne de böyle bir kılıç bulunduğuna dair bir haber gelmiştir. “Ya Yıldız’ın elemanları uyuyorsa?..”
Aslında istihbarat elemanları işçi kılığında kazıdaki en küçük detayları bile haber veriyorlardı. Söz konusu kılıç kazıdan çıkmamıştı. Sultan, kılıcı hemen Kapalıçarşı’da işten anlayan erbaba incelettirir. Sonuç beklendiği gibi çıkar. Kılıç eski değil eskitilmiştir.
Mahmut Şevket Paşa (1856-1913) ise ise Kuveyt’i ingilizlerle dalaşmaya gerek olmayacak kuru bir toprak parçası olarak görüyordu. Bu sebeple bir kurşun bile atılmadan Kuveyt ve Katar el değiştirdi.
Ahmet Sarbay