Benzersiz bir ihanet
Cengiz‘in Ortaasyada başlattığı istila hareketleri, aradan yarım asır geçmesine rağmen torunu Hülâgû zamanında da devam ediyordu. Moğol ordusu Orta Asya steplerinden sonra İran coğrafyasını çiğnemiş, Irak topraklarında Bağdat’a yakın bir yerde konaklamışlardı. Bağdat, Abbasi hilafetinin merkeziydi. Yani sünni İslamın dini başkentiydi. Halife Mustasım Billâh’ın böyle bir orduya karşı duracak askeri bir gücü yoktu. Ancak bir kuşatma durumunda, civardan yardım gelene kadar vaziyeti idare edebilecek kadar silahlı kuvvetleri vardı.
Halifenin kontrol ettiği topraklarda sadece sünni müslümanlar değil, hıristiyanlar, yahudiler ve yezidiler de yaşıyordu. Sünni müslümanların dışındaki en büyük grup Şiilerdi ve bunlar asırlardan beridir diğer müslümanlarla barışık değillerdi.
Halife, topraklarında yaşayan gruplardan kendine vezirler tayin etmişti. Şiilerden seçtiği vezirler Nasıreddin Tusi ve İbn Alkami idi. Yaklaşan Moğol tehlikesine karşılık ne yapılması gerektiği konusunda vezirleriyle danıştığında Nasıreddin gevşek davranmıştı. İbn Alkami ise Hülagü’ya elçi olarak gitmeyi ve çeşitli hediyelerle gönlünü almak istediğini söylediyse de Halife bunu kabul etmedi.
İbn-i Alkami’nin Hülagü’ya gitmek için neden gönüllü olduğunun cevabını yaşanan olaylar verecekti.
Bir kaç sene önce Bağdat’ta Şiilerin yoğun yaşadığı Kerh mahallesinde çıkan bir kavga şii-sünni çatışmasına dönüşmüş, Halife’nin oğlu Ebubekir’in komutasındaki askerler ancak silah kullanarak olayları bastırabilmişti. Sonuçta her iki taraftan ölenler ve hapse girenler olmuştu. İbn Alkami bu olayda Halifeye ve oğluna kinlenmişse de elinden bir şey gelmemişti. Ancak herşeyi silip süpüren Moğol ordusunun yaklaştığını görünce aklına başka fikirler geldi. Sadece halifeyi ve ailesini ortadan kaldırmakla kalmayıp, hilafet makamını da sünnilikten şiiliğe devşirebilecekti.
Bu görüşlerini Hülagü’yla yüzyüze paylaşmak için elçilik yapmak istemiş, Halifenin reddetmesi üzerine planı suya düşmüştü. Ancak aklına şeytani bir fikir geldi. Hülâgû’yü Bağdat’ı istilâya davet etmek!..
Bunun için de Halifenin kuvvetsizliğini ve hücum zamanını bildirmek istedi. Bu haberi ulaştırmak için kölelerinden birini Hülâgû’ya gönderdi. Fakat eline bir mektup verse halifenin adamları tarafından yakalanma ihtimali büyüktü. Mektubu kimsenin düşünemeyeceği bir yere yazdı. Kölenin saçlarını kazıttı ve çıplak kafasına istediği şeyleri dövmelerle nakşettikten sonra köleyi saçlarını uzatıncaya kadar sarayının bir odasına kapattı. Sonra onu büyük vaatlerde bulunarak Hülâgû’ya gönderdi.
Köle Hülagü’nün huzuruna varınca saçlarının kesilmesini ve mesajın okunmasını istedi. Moğol görevliler saçlarını kestiler ve kafasındaki mektubu okudular. İbni Alkami’nin şeytanlığı mektuptaki son satırda adeta zirve yapmıştı. Mektup şöyle bitiyordu: “Okuduktan sonra mektubu yırtın!..”
Hülagü, bu bilgilerle Bağdat’a yürür. Şehri ele geçirmekle kalmaz. Halife’yi ve ailesini çuvallara koyup süvarilerine çiğnetir. Çoğu Türk olan komutanları Dicle ırmağı kenarında kurban eder, binlerce Bağdatlıyı kılıçtan geçirir, evler yağmalanır, dünyanın en zengin kütüphaneleri yakılır -ki içinde İbn Alkami’nin 10 bin ciltlik kütüphanesi de vardır- Dicle nehrinde günlerce kitap sayfaları akar.
Moğol süvariler İbn Alkami’nin makamına atlarıyla çıkar. Hülagü onun arzu ettiği hiç bir şeyi (Hülagü’nün naibi olmak ve hilafet makamına geçmek) yerine getirmez. İşgal yıllarında zelil olarak ölür.
İşin ibretlik tarafı şudur. Yaptığı hainliğin ceremesini en acı şekilde Şiiler de çekmiştir. Evleri yağmalanmış ve binlercesi kılıçtan geçirilmiştir.
KAYNAKLAR
A’lâmü’n Nübelâ, Zehebî, Beyrut-1989
Târihu’l Hulefâ, Suyûtî, Beyrut-1988
el Bidâye, İbn Kesîr, Kahire-1932