Kuşatanlar, kuşatılanlar
Kuşatma, insanlık tarihi boyunca yapılan savaşların hemen hepsinde kullanılmış bir yöntemdir. Sahip olunan teknolojiye göre her devirde farklı olarak uygulanmış; kuşatanlar, engelleri aşmak için birbirinden ilginç yöntemler kullanırken, kuşatılanlar da daha ilginç usüllerle karşılık vermişler.
Kaleleri, surlarla çevrili kasaba ve şehirleri ele geçirmek isteyen kuşatmacılar pek çok silah kullanmışlardır. Mesela mancınık sur üzerindeki savunmacıların ve sur gerisindeki lojistik destek sağlayanların korkulu rüyası idi. Katrana bulanmış yanan toprak kalıpları tepelerinde patlayan insanlar yanarak saf dışı kalıyorlardı. Moğollar veba hastalığından ölenleri mancınıkla Kırım’da Kefe şehrine atarak şehri düşürmüşlerdi. Birinci Haçlı Seferinde İznik’i kuşatan Haçlı ordusu şehre korku salmak için sur dışında yakaladıkları çocukları öldürerek kafalarını mancınıkla sur içine atmışlardı.
Kuşatma topları ise ağır mermer veya taş gülleleri doğruca surlara atıyorlardı. Aynı noktaya sürekli yapılan darbeler surlarda gedikler açıyorlardı. Fatih Sultan Mehmed Han kuşatma toplarına çağ atlatmış, tarihin ilk havan topunu İstanbul kuşatmasında Haliç’te gizlenen düşman savaş gemilerine karşı kullanmıştı.
Koç başı ise ucu metallerle güçlendirilmiş ağır tomruklardı. Önceleri kale kapısına kadar taşınan bu aletle kapıya biteviye vuruluyor ve kırılması sağlanıyordu. Barutun kullanılmaya başlaması ile bu yöntem biraz daha geliştirilmişti. Tekerlekli arabaya yerleştirilen bu silâh, kara barut dolu arabayla birlikte kalenin kapısına bütün hızıyla çarpıyor, bu çarpma ve patlamanın etkisiyle kapıyı yerle bir ediyordu. Daha sonrası ise mızrak, kılıç ve biraz da iman gücüne kalıyordu. O devirde kapıyı kaybetmek havlu atmakla eşdeğerdeydi.
Kuşatılanların bir başka korkulu rüyası ise, düşman askerinin tünel kazarak surların altından kale içine çıkartma yapmasıydı.
Tarihte, savaşçı bir millet olarak şöhret yapan Asurlular, saldırı taktik ve teknikleri konusunda oldukça uzmandılar. Kuşatmalarda, tünel ve dehliz açma konusunda üstlerine yoktu. Surlara delicesine saldırıp gücünü telef etmek yerine, mühendislik teknikleriyle düşman surlarına kadar tüneller kazıp, bunları temellerinden yıkmayı deniyorlardı. Eğer surlar bir su kaynağına yakınsa işleri kolaylaşıyordu. Sur yakınlarına kadar açtıkları kanallarla temellere su veriyorlardı. Surlarda açılan gedikler sayesinde Asur Ordusu’nun işi büyük ölçüde kolaylaşıyordu.
Osmanlı Ordusu top tekniğinin yanı sıra, “lağım” adı verilen çok gelişmiş bir tünel kazma tekniği de kullanıyordu. Tünel, belli bir mesafeye kadar düz kazılır, daha sonra iki kola ayrılırdı. Her ayrılan bölüm daha sonra yine ikiye ayrılır ve böylece devam ederdi.
Bir başka saldırı yöntemi de biyolojik saldırı idi. En belirgin örneğini Moğollarda görmekteyiz. 1346 yılında Veba kurbanlarının cesetlerini Ceneviz kontrolündeki Kefe şehrine mancınıkla fırlatmışlardı. Hastalık şehirden gemilerle diğer limanlara da taşınmıştı. Bu saldırının tüm dünyayı kırıp geçiren veba salgınını (Kara Ölüm) ortaya çıkardığı söylenir.
Moğollar kuşatma sırasında ilginç bir uygulama yaparlardı. Başkomutan ilk gün beyaz renkli bir çadırdan orduyu idare ederdi. Eğer şehir teslim olursa canlarını kurtarırlardı. İkinci gün, kırmızı bir çadır kurulurdu. Şehir teslim olursa sadece erkekler ölür, geri kalanlar bağışlanırdı. Üçüncü gün siyah bir çadır kurulurdu ki, şehir düşerse şehir halkından kimse sağ bırakılmayacağı mesajı verilirdi. Gerçi Moğollar her durumda da kafalarına uygun davranıyorlardı.
Kuşatmacılar böyle saldırırken kuşatılanların elleri armut toplamıyordu. Aklınıza hemen surlara saldıranlara kızgın yağ veya reçine döktüklerini getirmeyin. Bu ancak masallarda ve filmlerde görülebilecek sahnelerdir. Zira saldırıya geçen binlerce insanın tepesine boca edilecek yağ ve reçinenin maliyeti çok-çok büyük idi. Kale savunucularının elinde çok daha ucuz ve çok daha etkili başka araçlar vardı.
Sıcak toprak ve kum
Duvarlara tırmanan saldırganlar hafif zırh kullanmak zorundaydı. Hafif zırh tel gibi metal halkalarla örülürdü. Kızgın kum ve toprak bunların üzerine dökülünce halkaların içinden geçerek saldırganları perişan ederdi. Eğer kum ve toprak (bazen paçavra) yağ veya reçineye bulanmış ise kurbanın adeta ciğerine işlerdi. Bir nevi grejuva ateşinin karada kullanılan çeşidiydi. Bundan kurtulmaya çalışanlar kolayca okçuların hedefi haline gelirlerdi. Osmanlı askeri buna “şeytan mızrağı” adını vermişti.
Tuzak çukurları ve hendekler
Surların etrafı hendeklerle çevrilirdi. Bunların eni bir atlının geçemeyeceği kadar (4-7 metre) derinliği de iki kişinin birbirine yardımcı olsalar da çıkamayacakları kadar (3-5 metre) olurdu.
Bunun dışında değişik yerlere 2-3 metrelik çukurlar kazılır, içine ucu sivriltilmiş kazıklar veya “topuk kıran” denilen 4 yanı sivri yıldız çiviler koyarlardı. Bu çiviler bazen zehirli olurlardı. Sonra çukurları üzeri ağaç dallarıyla kapatılır, dışarıdan belli olmayacak şekilde de kamufle edilirdi. Bu çukurları eski zaman mayınları olarak düşünebiliriz.
Kaz sürüleri
Düşmanın yeraltında tünel kazarak içeri sızmasını engellemek için sur diplerinde kaz sürüleri bulundururlardı. Sese karşı son derece hassas olan bu hayvanlar yer altından gelen en küçük bir titreşimde feryadı basarlardı. Savunmacılar da karşı lağım açarlardı.
Bakteriyolojik savaş
Kuşatmacıların en çok ihtiyaç duydukları şey içme suyu olduğundan savunmacılar şehir civarındaki tüm su kuyularını zehir, hayvan ölüleri veya hayvan gübreleri atarak kirletirlerdi.
Diplomatik Savunma
Dünya tarihinde en meşhur örneği MS 624 yılında Arabistan’da Medine şehrinde yaşanmıştı. Hizipler Savaşı da denilen Hendek Kuşatması, Hayberli Yahudilerin bol kazanç vaadiyle Arap Yarımadası’ndaki bütün kabileleri Medine’ye saldırtmasıyla meydana gelmişti. 10 bini aşkın savaşçıya karşı 3 bin kişiyle karşı durmak zorunda olan Muhammed Aleyhisselâm kuşatma sırasında büyük bir ihanete uğramıştı. Hainliği yapan Medine’nin hemen dışında yaşayan Kurayza yahudileriydi. Daha önce aralarında imzalanan saldırmazlık anlaşmasını iptal edip düşman kuvvetleriyle ortak harekata başlamışlardı. Durumu haber alan Muhammed Aleyhisselâm buna, mükemmel uyguladığı bir mekik diplomasisi ile karşılık verdi.
Detayları İslâm Tarihi’nde yazılı olduğu şekliyle yeni Müslüman olan önemli biri, bu durumu bilmeyen kuşatmacı liderlere gönderilir. Müslüman kimliğini açık etmediği için işi kolaylaşır. Tek tek yaptığı görüşmelerde diğer kuşatmacıların birbirlerine ihanet etmek üzere olduğunu söyler. Bu öylesine etkili olur ki, kuşatmacılar birbirlerine düşer. Herhangi bir savaş çıkmadan kuşatma kaldırılır.
KAYNAKLAR
The Empire of the Steppes: A History of Central Asia, René Grousset, Rutgers University Press, 1970, (Türkçesi: Bozkır İmparatorluğu, Ötüken Neşriyat, İstanbul-1980)
Sîretü’n Nebeviyye, İbn Hişam, Beyrut-1966
el Bidâye ve’n Nihâye, İbn Kesir, Beyrut-1386/1966
Secrecy, Technology, and War: Greek Fire and the Defense of Byzantium, Technology and Culture, Alex Roland, 1992
The Encyclopedia of World History: ancient, medieval, and modern, Peter Stearns, Houghton Mifflin Books, 2001
Siege Weapons of the Far East, Stephen R. Turnbull, Oxford: Osprey Publishing Ltd. 2002
Biological warfare at the 1346 siege of Caffa, Mark Wheelis, 2002
Princes and peasants. smallpox in history, Donald R. Hopkins, University of Chicago Press, 1983