Namık Kemal’in Paris Macerası

Paylaşın:
Namık Kemal’in (sağ) Paris’te, arkadaşı Kanipaşazade Rıfat Bey’le…

1867-69 yılları arasında Paris’i dolaşmaya gelen Namık Kemal çok şaşırır. Şehirde gördüğü hiç bir şey anlatıldığı gibi değildir.

Hıfzı Topuz’un “Vatanı Sattık bir Pula” adlı kitabında anlatıldığı kadarıyla ilk şaşırdıkları şey, bugünkü otobüslerin büyüklüğünde “omnibus” denilen yaylı atlı arabalardır. Omnibüsü iki ya da üç at çekiyordu. Atları da otobüs vagonunun dışında oturan bir arabacı kullanıyordu. Arabacının altında bir pedal bulunuyor ve pedala basınca körüklü bir borudan sesler geliyordu. Bu bir çeşit kornaydı. Arabacılar atları öyle acımasızca kamçılıyorlardı ki insanın içi sızlıyordu.

Caddelerde izmarit toplayan insanlar vardı. Bunları yapanlar saçı sakalı birbirine karışmış, üstü başı perişan, yoksul yaşlılardı. Ellerinde ucu iğneli bastonla dolaşıyorlar izmaritleri iğneleyerek torbaya atıyorlardı. Daha sonra izmarit pazarında, içindeki tütünleri gazete kağıdına yayarak satıyorlardı. Satın alanlar akıllarına tütünlerin pislikler içinde toplandığı gelmiyordu.

Ara sokaklarda ise gezici satıcıların sesleri geliyordu. Tenekelerle su satanlar, hurdacılar, eski giysi ve şapka satanlar, balıkçılar, bileyiciler, camcılar, muslukçular, sebzeciler çığlıklarla sokakları dolduruyordu.

Çöp arabaları çöp toplarken sokakları keskin bir koku kaplıyor ve insanlar burunlarını tıkıyordu.

Paris, zaman zaman fare salgınına da uğruyordu. Fareler bazen bodrumları, bazen nehir kıyılarını bazen de mezarlıkları basıyordu. Hatta bazı mezarlıklarda farelerin cesetleri mezardan çıkartarak parça parça sürükledikleri de söyleniyordu. Farelerle savaşmak için ilaçlar satılıyordu. En yaygın zehir arsenikti. Zehri yiyen koca koca farelerin leşleri, bazen günlerce kaldırımlarda kalıyor ve katlanılmaz kokular saçıyorlardı. Zehir satıcıları bazen de ellerindeki uzun bir değneğe fare leşlerini asarak müşteri çekmeye çalışıyorlardı.

Paris’teki şimdiki bulvarlar o zamanlar açılmış, çağdaş yapılarla donanmıştı. Burjuvazinin görkemli makikaneleri bazı bulvarları kaplamıştı. Varlıklı insanlar fayton denen gösterişli arabalarla dolaşıyordu. Yeni Osmanlılar ilk sokak saatlerini, ilk sokak lambalarını orada gördüler.

Namık Kemal ve arkadaşlarının şaşırdıkları şeylerden biri de sokak başlarındaki çiş yerleri olmalıydı. Çişi gelen erkekler burada ihtiyaçlarını giderirlerdi. Biriken idrar bütün sokağı kaplar, ortalık leş gibi kokardı. Çiş meselesine bir şekilde çözüm (!) bulunmuştu. Ama büyüğünü nasıl halledeceklerdi. Erkeklere göre hava hoştu, zavallı kadınlara hiç bir kolaylık sunulmamıştı. Bu durum yine de eskisine göre iyiydi. Zira daha eskiden Paris’te hiç tuvalet yoktu. Hatta Versay sarayında bile… Mimarının unuttuğunu sanmayın. Böyle bir adet yoktu. İhtiyacı gelen sokak ortasına bırakırdı. Evde ise bir kaba yapar sonra pencereden dışarı atardı. O sırada aşağıdan geçen her kimse baştan aşağı kazurata bulanırdı.

Sokak başında bulunan bir çeşme sanmayın, ihtiyacı gelen çişini yapsın diye konulmuş bir alamet

Meşrutiyet günlerinde Beyoğlu kafelerinde anlatılan bir hikaye bütün İstanbul’un diline düşer.

Güya; Namık Kemal Paris caddelerinde dolaşırken şehrin orta yerinde sıkışır. Umumi tuvalet ararsa da bulamaz. Sokak aralarında işemeyi veya herkesin yaptığı gibi Sen Nehrine bırakmayı kendine yediremez. “Bizdeki camilerde temizlik için tuvaletler bulunur. Belki bunların kiliselerinde tuvalet vardır” diye en yakın kiliseye koşturur. Burası dünyaca ünlü Notre Dame kilisesidir. Ancak tuvalet yoktur. Sadece burada değil hiç bir kilisede yoktur. Büyük mağazalara girip çıkar, kalabalık mekanlarda bırakın müşteriyi, çalışanlar için de tuvalet yoktur.

Dayanamayıp en yakın giysi dükkanına dalar. Tezgahtar adama sorar: “Siz de Viktor Hugo‘nun Notre Dame’ın Kamburu romanı var mı?.. Adam korku ve şaşkınlık dolu gözlerle “Yok” der. Namık Kemal, “Pekiii” der “Sefiller Romanı var mı?..” Adamcağız yine “Yok” der ve sormadan edemez “Viktor Hügo kim?..” Namık Kemal çok kızar “Ben!.. Paris gibi bir yerde Fransa’nın edebî kahramanı Viktor Hügo’yu tanımayan adamın dükkanının içine bırakırım!..” diye bağırır.

Bir köşede donunu indirip dediğini yapar.

Olur böyle vakalar, Ahmet Sarbay

Paylaşın:

Sevebilirsin...