Zırh içinde savaşmak

Paylaşın:

Tarihte yaşananları daha iyi anlamanın bir yolu da empati yöntemini kullanmaktır. Sanki, o dönemde yaşıyormuşçasına, o dönemin şartlarını düşünmektir.

Mesela bir an için elinizde, günümüzün haberleşme ve ulaşım araçlarının olmadığını hayal edelim. 50 km. ilerideki birine acilen haber ulaştırmanız gerekiyor, ne yaparsınız?..

“Ata binerim” diyorsanız, hayatınızda hiç ata binmediğiniz için binenlerin halinden anlayamazsınız. Dörtnala at sürdüğünüzü varsayalım, yaklaşık bir saat sonra menzile ulaştığınızda, attan ancak birisinin yardımıyla inebilirsiniz. Dahası, birisi size omuz vermezse, ayakta duramayıp yere yığılıp kalırsınız. Atın üzerinde durabilmek için sürekli sıktığınız bacak kaslarınız tutmaz olmuştur. “Eşekle giderim” diyorsanız, en uysalı bile insanı yorar, hele bir de inadı tutarsa… Yaya gitmeyi düşünüyorsanız küçük molalarla 25-30 saat yürümeniz gerekecektir ki harcayacağınız su ve yemeği saymıyoruz bile…

Biz, empati kurabileceğiniz başka bir misali, eskiden savaşlarda vücudu kesici darbelerden korumak için giyilen metal zırhları konu edindik.

Kendinizi bir an için bu kıyafetlerin içinde düşünün… Çok havalı görüneceksiniz ama…

Ortaçağ Almanyasında gömlek zırh imalatı

Önce zırhlarla ilgili bilgilerimizi tazeleyelim.

Zırh, kelimesinin kökü Farsça “savaş kıyafeti” anlamına gelen zirih kelimesine dayanır. Moğolcada cebe, Arapçada dira’, latince armatura demektir.

Teknolojinin emekleme çağında, metal işçiliği bugünkü gibi değildi. İlk çağlarda insanlar, sopa ve balta darbelerinin etkisini azaltmak için katmanlar halinde hayvan derileri giyerlerdi. Vücudlarının ancak önemli yerlerini; baş, eklemler, göğüs kafesi, pazu, bilek vs. metalle kapatılır, takviye olarak kalkan kullanılırdı.

Asurlular ve Eski Mısırlılar döneminde pullu zırh imal edilmeye başlandı. Metal pullar, üst üste çakışır bir şekilde hayvan derisine veya sert dokunmuş kumaş üzerine yerleştirilirdi. Buradan Orta Asya’ya yayıldı.

Müslüman bilim adamları Hazret-i Dâvûd’dan itibaren metal işçiliğinde büyük aşama kaydedildiğini haber verirler. Bu da tahminen MÖ. 900’lü yıllara karşılık gelmektedir. Sebe suresinin 10 ve 11. âyet-i kerîmelerini tefsir ederlerken, bu yüce peygamberin savaşlarda kolayca giyilip çıkarılabilecek gömlek zırhını keşfettiğini haber verirler. Âyet-i kerîmelerin meâli şöyledir:

“Andolsun, Dâvûd’a tarafımızdan bir üstünlük verdik. (…) Ona demiri yumuşattık. Geniş zırhlar imal et, dokumasını ölçülü yap… (…) diye vahyettik.”

Gömlek zırh, ince metal halkaların birbirine bağlanmasıyla elde edilir, tıpkı tunik bir pardesü gibi giyilirdi. Bu keşif, insanlık tarihine çağ atlatan bir buluştur ki neredeyde 3.000 yıl boyunca savaşlarda kullanılmıştır. Bugün bile çelik yeleklerin bazılarında gömlek zırh vardır.

Sevgili Peygamberimiz, Uhud gazvesine hazırlandıklarında, bütün müşriklerin asıl hedefinin kendisi olacaklarını bildiklerinden iki kat gömlek zırh giymek durumunda kalmışlardı. Savaş esnasında yaralanmalarına sebep te, miğferinden sarkan gömlek zırhın halkalarının mübarek yanaklarına saplanmaları olmuştur.

Roma döneminde levha zırh geliştirildi. Orica segmentata denilen bu zırhlar, çarpan okları saptırabiliyordu.

Zırh sahibi olmak pahalı bir işti. Hele gömlek zırhın imalatı zordu. Sadece kendileri değil bindikleri hayvanlar, atlar ve filler de zırhla kaplanırdı. Sadece insanın kuşandığı zırhın, küçük bir çiftlikle aynı değerde olduğunu söylersek maliyeti daha iyi anlaşılır.

Şimdi, kendimizi zırhlar içinde savaş meydanında düşman karşısında düşünelim.

Öncelikle belirtelim ki, yağmur ve kar gibi tabiat şartları, en az düşman kadar zarar verebileceğinden savaşlar yaz aylarında yapılırdı. Savaş yapılacak alan da gölgelik olmayacağına göre…

Metal giysiler zarar vermesin diye vücudumuza önce fanila dediğimiz yumuşak dokunmuş gömlek giyeriz. Onun üzerine de manto veya paltoya benzer bir gambeson giyer, onun üzerine de zırh giyeriz. Böylece metalin vücuda vereceği zarar önlenmiş olurdu. Gambeson, neredeyse yorgan gibi kalın pamuklu bir giyecektir.

Bunun dışında başımıza metal miğfer geçirip, eklem yerlerimiz, bileklerimiz gibi hareket konusunda hayati önlemler taşıyan organları zırhla kapatmak zorundayız. Bütün bunlar bir araya geldiğinde üzerimizdeki yükün ağırlığı bizi zorlayacaktır.

Başlangıçta savaş heyecanından dolayı bu ağırlığı hissetmeyebilirsiniz. Hatta zırhla koşabilir, zıplayabilir, takla atabilirsiniz. Ancak güneşin altında bu giysilerin içinde hareket etmenize gerek kalmadan ter dökmeye başlarsınız. Ateşe konulmuş tenekenin içindeki tavuktan farkınız kalmaz. Kelimenin tam anlamıyla erimeye başlarsınız. Günümüzde güneş altında kalmış bir otomobilin içine girerseniz ne demek istediğimizi daha iyi anlarsınız.

Savaşlar en az bir kaç saat sürerdi. Bu süre içinde aşırı su kaybı bir süre sonra insanı zorlamaya başlar. perişan eder. Bu yüzden yanınızda bol su bulundurmak zorundasınız. Yine bu sebeple ordular mutlaka su kaynaklarına yakın yerlere konuşlanırlardı.

Buna tarihte iki örnek verebiliriz. 622 yılında Temmuz sıcağında yapılan Bedir Gazvesi’nin hemen öncesinde, Müşrik ordusunun üzerlerine geldiğini öğrenen müslümanlar Bedir kuyularını ele geçirip kontrol altına almışlardı. Müşrikler suya erişemedikleri için çok telefat vermişlerdi.

Bir diğeri, Haçlı seferlerinde 1187’deki yaşanan Hattin savaşında Selahattin Eyyubi, şövalyelerin suyla irtibatlarını kesince düşman kısa sürede telef olmuştu.

KAYNAK
Yedikıta Dergisi, sayı: 173 / Ocak-2023

Paylaşın:

Sevebilirsin...