Şaman-Kam-Kahin-Arraf
Arrâf; Gelecekte yaşanacak olayları veya kayıpları haber veren kişi. Kâhin ise; gaipten haber verene denir. Bunların çoğu “şarlatan” olmakla birlikte bir kısmının cinlerle münâsebeti bulunduğu ve bilinmezlere ait haberleri onlardan aldıkları, bazılarının ise, kendilerine has bir zekâ ve ferâsetle bildikleri iddia edilmiştir. En meşhurları yahudiler arasında çıkmıştır.
Cahiliye arapları bunlara çok önem verirler, hayati kararlarını bunların verdikleri bilgilere göre alırlardı. Aralarında çıkan anlaşmazlıklarda onların aracılığına başvururlardı. Hasta oldukları zaman tavsiyelerine uyarlardı. Bir rüya gördüklerinde onlara yordururlar, gelecekte başlarına ne geleceğini onlardan, öğrenmek isterlerdi.
Her arraf ve kahin, kendisine sorulan problemleri çözmeye çalışırlardı. Ancak her birinin uzmanlık alanı farklı olurdu. Hasta iyi etmekte, düş yormakta, iz aramakta veya anlaşmazlıkları halletmekte özel ihtisası olanlar vardı.
Araplar arasında erkeklerden Sâtih, Şıkk, Hunâfir, Sevâd b. Kârib, kadın kahinlerden de, Yemen’de yaşayan Turayfe, Zebrâ, Selmâ, Mekke’de Has’am kabilesinden Fâtımâ, Yemame’de Zurka’ meşhurdular.
Türklerde bu işle uğraşanlara kâm ve şâmân denirdi.
Rasulullah Hazret-i Muhammed aleyhisselamdan önce çok yaygın ve inandırıcı olan bu meslek, ondan sonra sönmüş, geriye onlara benzemeğe çalışanlar kalmıştır.
Kur’ân-ı kerîm’de “De ki; Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez” (Neml: 65) buyurularak bunların faaliyetlerinin batıl olduğu haber verilmiştir.
Rasulullah, “Her kim arrâfa veya kâhine gider de, onu dediğinde tasdik ederse o, bana indirilmiş olanı inkar etmiş demektir” buyurmuşlardır.
Arraf ve kahinlerin bazen söyledikleri şeyin doğru çıktığı Rasulullah aleyhisselama sorulduğunda şöyle buyurur; “Doğru olanı Hakk’tandır ki; onu bir cinnî, meleklerden kapar da sonra onu dostu olan kâhinin kulağı içine, tavuğun tekrar tekrar seslenmesi gibi tekrar tekrar söyler, kâhinler de o bir hak sözün içine yüzden fazla yalan katıp karıştırırlar.”
Şaman: Şamanizmi uygulayan demektir. Tarihi kaynaklarda “Şomeniyye”, “Semeniyye” (Sümeniyye) veya “Muhammire” (Kırmızı Giyenler) şeklinde isimlendirilen Şamanizm, aslında Budizm demektir. Budizm kelimesi yeni bir tabirdir ve batılı oryantalistlerce “Budacı” anlamında kullanılmaktadır. Eski kaynaklarda görülen yaygın ismi Şomeniyye ve Sümeniyye şeklindedir ki; “Şamancılık” anlamındadır. Müslüman müellifler bunlara Muhammire (Kırmızı giyenler) ismini vermişlerdir. Kam, bir nevi şaman rahibidir. Geçmiş ve gelecekten haber verir.
Zamanla değişik kültürlerde farklı şekillere bürünmüştür.
Şomeniyye Hindistan kaynaklıdır. Asya’da en kuvvetli olduğu bir dönemde Azerbaycan’dan gelen başka bir akımla sarsılırlar. Bu akım Zerdüşt dinidir. Zerdüşt’ten önce bütün Horasan, İran, Irak, Şam sınırına kadar Musul halkının Şomeniyye (Budist) olduğu, Zerdüşt’ten sonra bu dinin Belh’in doğusuna çekildiği, İslamiyet gelmeden hemen önce ise Hindistan’ın belirli yerlerinde, Çin’de ve bazı orta asya topluluklarında yaşadığı bilinmektedir.
Şamanlıkta Budizm’de olduğu gibi Tanrı ve ahiret inancı yoktur. Bir takım ruhani varlıklara kutsallık verilir. İbadet şekilleri yoktur. Eski Türk dini olarak lanse edilse de onların inanç derinliklerinde çok kuvvetli bir şekilde Tanrı ve ahiret inancı vardır. İnsana tapınma, ölüleri parçalayıp kuşlara yedirme, insan kurban etme, domuz eti yeme ve insan dışkısına verilen kutsallık ve Türk kültürüyle taban tabana zıt daha başka öğelere sahip olduğu için Oğuz Türkleri arasında şamanlık ciddiye alınmamıştır. Hatta halk üzerinde kötü etkileri bilindiğinden zaman zaman hakanlar tarafından dışlanmışlardır.
Ahmet Sarbay
KAYNAKLAR
Buhârî, “Fezâilü’s sahâbe” 6; “Enbiyâ” 54; Müslim, “Selâm” 125; “Fezâilü’s sahâbe” 6;
Müsned, İbn Hanbel, II/429; III/14; IV/68; V/380; Ebu Dâvûd, “Tıb” 21; İbn Mâce, “Tahâret” 122; Tirmizî, “Tahâret” 102; Şerhu Müslim, Nevevî, IX/70, 74; Umdetü’l kârî, Aynî, XIII/110; Keşfü’z zünûn, Katip Çelebi, II/1131; Mukaddime, İbn Haldûn, shf. 97, 99;
Tahkîku mâ li’l Hind, Bîrûnî, shf. 15, 206, Beyrut-1983; Âsârü’l âkıye, Bîrûnî, shf. 234, Leipzig-1923; Ahbâru’t Tivâl, Dîneverî, Mısır-1330/1911; Alberuni’s India, Muhammed b. Ahmed el Bîrûnî, 1/380, W. W. Norton & Company, N.Y.-1971; Nihâye, İbn Esîr, “arrâf” mad.;
Müfredât, Râğıb el İsfehânî, “arf” mad.; Tâcü’l arûs, “arrâf” mad.; Lisânü’l Arab, “arrâf” mad.