Sen de Övün Marianne!..
Ünlü Fransız edebiyatçısı Lamartine, II. Mahmud Han döneminde İstanbul’a gelir. Gayesi bir Türkiye Tarihi yazmaktır. İnsanlarımızı tanımaya çalışır. Tanıdıkça hayran olur. Öyle ki, ülkesine döndüğü zaman Viktor Hugo; “Türkleri bu kadar sevmene bir anlam veremiyorum” diye tepki gösterir.
1849-1853 yılları arasında gözlemlediklerini batının değerleriyle kıyaslayıp kağıda dökmüştü.
Sultan Abdülmecid Han zamanında İzmir’de oturdu. Çok yaşlanmış olmasına rağmen İzmir, Aydın ve çevresinde Türk göçebeleri arasında araştırmalar yaptı.
Batının en çok merak ettiği Türk aile yapısını ve harem anlayışını inceledi. Osmanlı kadınını, “Sanki cennetten yere inmiş efsanevi yaratık” olarak diye tarif eder. Bu, bir erkek refleksi değildir. Şöyle anlatır onları;
“Faziletli, kanaatkar, namuslu, evine bağlı, mahçup tabiatlı, yabancı yanında çekingen fakat kocası ve çocukları yanında neşeli, canlı ve hareketli. Mutluluğu evinin çatısı altında ararlar, aile saadetini zedeleyecek en küçük bir sapması bile yoktur. El işlerinde mahir. Ve bütün bunları yapmacık olarak değil, yaratılışının bir parçası olarak yaşıyor.”
Lamartin bunları anlattıktan sonra hanımı Marianne de Lamartine (Mary Ann Elisa Birch)’e şöyle sesleniyor;
“Bunlarla sen de övün Mariyan… Çünkü bunlar senin hemcinsin… Bu meziyetlerini kültürlerinden, iklimlerinden, ruhlarından ve kadınlıklarından almışlar. Hiçbir şeyi taklide ihtiyaçları yok. Onun için ben onların hayranıyım. Bunun için sakın bana darılma.”
Aradan yüzelli yıl kadar geçti. Acaba bugün, Mariyan’ın övünmesi ve kıskanmasını gerektirecek neyimiz kaldı?.. Araştırmaya değer…
Geçmişe Mazi Derler, Ahmet Sarbay, İstanbul- 2003