Bir kölenin hatıra defteri

Paylaşın:

1807’de Müslüman bir bilgin olan Ömer bin Said, Senegal’den köle olarak kaçırıldı. Amerika’da köle olarak satıldı. Bu sırada 35 yaşındaydı. Ona her türlü zorluğu yaşattılar. Zorla hıristiyan yapmaya kalktılar. Ama o hiç kimsenin aklına gelmeyen bir yol izleyip hayatta kalmayı başardı.

1832 yılında 61 yaşına geldiğinde gelecek nesillere örnek olması için kendi hayatını anlatan 15 sayfalık arapça bir defter bıraktı. Hatıratı neredeyse 150 yıl boyunca elden ele dolaştıktan sonra gün yüzüne çıktı.

Bugün ABD’nde Kongre Kütüphanesi’nde olan eser, sadece Senegalli bir kölenin hayatını değil, yetiştiği coğrafyayı ve köle tüccarlarının acımasızlığını anlatması bakımından da önemlidir.

Said oğlu Ömer, Batı Afrika’da Orta Senegal Nehri boyunca yer alan Futa Toro ülkesinde varlıklı bir ailede dünyaya geldi. Söylediğine göre babasının ilk evliliğinden altı oğlu ve beş kızı, annesinin de ilk evliliğinden üç oğlu ve bir kızı vardı. 

Küçük yaştan itibaren fen ve din bilimleri eğitimi almaya başladı. Matematik, astronomi ve arapçanın yanısıra ticaretin inceliklerini öğrendi. 25 yaşında herkesin gıpta ettiği bir alim oldu.

Eğitimi sona erdiğinde kardeşleri Şeyh Muhammed Seyyid, Şeyh Süleyman Kimba ve Şeyh Cebrail Abdal’la birlikte doğduğu beldeye geldi. İbadetlerini aksatmaz, her yıl ekinlerinin uşrunu, hayvanlarının zekatını verir, yaşadığı toplumu tehdit edenlere karşı düzenlenen seferlere katılarak cihad ederdi. Bütün bunların arasında, çöl ve ormanlarla dolu binlerce km yol aşıp Mekke ve Medine’ye giderek hacı olmuştu.

Hayat hikayesinde anlattığına göre; katiller sürüsünü andıran büyük bir ordunun baskınına uğradılar. Kölelik yapabilecekleri gemilere doldurdular, geride kalanların çoğunu katlettiler. Tam bir buçuk ay süren eziyetli bir seyahatle Atlas okyanusunu aştılar. ABD’nde Güney Karolina’nın Charleston limanına çıkarıldılar. O dönem getirilen toplam köle sayısının yüzde 40’ını müslüman köleler oluşturuyordu.

Amerika’da kölelik yılları

Ömer, karaya çıkarıldıktan kısa bir süre sonra, acımasız bir çiftlik sahibine satılır. Bizzat anlattığına göre bu herif, ufak tefek, zayıf bünyeli, Allah korkusu taşımayan Johnson adında azılı bir kafirdir. Çok işkence görür. 1810 yılında şiddete dayanamayıp kaçar. Yaya olarak 350 km kuzeydeki Fayetteville şehrine ulaşır. Açlık ve yorgunluğa rağmen ibadetini aksatmamaya çalışmaktadır. Bir kilisenin avlusunda namaz kılarken ihbar edilir. Çok sayıda köpeklerle gelen atlı bir adam tarafından yakalanıp hapse atılır. Yine dayak, yine işkence… Bulduğu kömür parçalarıyla hücre duvarlarına arapça dualar yazarak ruhunu ayakta tutmaya çalışır. Bir köle olmasına rağmen okuryazar olması, bir kaç dil bilmesi şaşkınlıkla karşılanır. Onun bu özelliğini işiten bölgenin ileri gelenlerinden General James Owen tarafından satın alınır. Bu kişi aynı zamanda eyaletin valisi olan John Owen’ın kardeşidir.

General kendisine çok iyi davranır, yediğinden yedirir, içtiğinden içirir. Namazına ve orucuna karışmaz. Herşey yolunda gibidir ama o Kur’ân-ı Kerîm okumayı özlemiştir. Bunu öğrenen Owen, Kur’ân-ı Kerîm bulur ve Ömer’e hediye eder. Bu kadar ilginin nedeni kısa zamanda anlaşılır. Bir gün eline İncil’in arapçasını tutuştururlar. Bir süre sonra da vaftiz olması için baskı yaparlar. Eğer isterse doğduğu memlekete göndereceklerini de söylerler. Ancak köle ticareti bütün hızıyla devam etmektedir. Ömer bin Said, tekrar yakalanıp köle diye satılmaktan korktuğu için bu teklifi reddeder. Bu sırada yaşı hayli ilerlemiştir. Ne kaçmaya mecali vardır, ne ölmeye eceli… Generalin dediğini yapar ve 1821 yılında yerel Presbiteryen Kilisesi’ne katılır, hıristiyan olarak vaftiz edilir.

Hıristiyan rolü oynamak zorunda kaldı

Aile bireyleri bayram ederler. Ömer olan adını telaffuz edemediklerinden ona “Mero-Morev” gibi isimlerle hitap ederler. O ailenin Mero amcası olmuştur. Hatta bazıları, aldığı eğitimden dolayı onu Prens Ömer (Prince Omeroh) diye adlandırır. Baba adı olan Said’i Sayid diye telaffuz ederler. Herkes onun samimi bir hıristiyan olduğundan emindir. Zira hergün İncil’in arapçasını okumaktadır. Ancak öldükten yıllar sonra anlaşılır ki; o aslında İncil adı altında Kur’ân-ı Kerîm okumaktadır.

Zira İncil’in içine besmeleyle birlikte Fatiha suresini de yazmıştır. Dahası bir başka yerine Mülk (Tebareke) suresini ve başka sureleri yazmıştır.

Yazılarında Muhammed aleyhisselama övgüler sunar; Hazret-i İsa’dan bahsederken asla batılılar gibi ona “rab” gibi tanrısal hitaplarda bulunmaz. Müslümanlıkta peygamberler için kullanılan kelimelerle hitap eder. Ondan seyyiduna (سيدنا) ve Mesih (المسيح) diye bahseder.

Herkesin din değiştirdiğini sandığı Ömer, aslında müslümanlığını gizlice yaşamaktaydı. Hatıratı incelendiğinde satır aralarında asli inancından asla vazgeçmediği görülür.

General, Ömer’in sıradışı olan hayat hikayesinin yazılmasını ister. Ömer hatıratında bunu anlatırken “Benden kendi hayatımı yazmamı istedin. Kendi hayatımı ve Arapçayı çok unuttum. Ne gramer açısından ne de doğru deyimle yazabiliyorum. Sana yalvarıyorum, beni suçlama, çünkü gözlerim bozuldu, vücudum zayıf düştü.”

Ömer, sahibi tarafından gözetim altında olduğundan cümlelerini çok dikkatli seçer. “Kur’ân-ı Kerîm okumayı çok seviyorum” dedikten sonra James Owen ve kardeşinin kendisine İncil’den parçalar okuyunca kalbinin doğru yola, Hz. İsa’nın yoluna açıldığını söyler. Burada kullandığı dil ilginçtir. “Bu Hıristiyan ülkesine gelmeden önce, benim dinim Muhammed’in dinidir” diye kurduğu cümlede geçmiş zaman değil, geniş zaman kullanılmıştır. Yani “benim eski dinim” demez.

Hatıratındaki hitabında “Ey Kuzey Karolinalılar, Ey Güney Carolinalılar, Ey Amerikalılar” diye hitap ettikten sonra Owen ailesinden bahseder. James ve John Owen’ların anne ve babasının, çocuklarının hatta onların da eşlerinin ve çocuklarının isimlerinden övgüyle bahseder. Hatta bir yerde, “Ey Amerikalılar, sizin bunlar gibi Allah’tan çokça korkan bir nesliniz var mı, var mı, var mı?..” diye bir soru da bulunmaktadır.

Ömer, iç savaş döneminde 1836’da Owen ailesiyle birlikte Atlas Okyanusu kıyısındaki Wilmington şehri yakınlarındaki Cape Fear Nehri üzerindeki bir çiftliğe taşınır. Burada 94 yaşında öldüğü sanılıyor. 1864’te öldüğünde hala köleydi.

Ömer’in Afrika’da aldığı kuvvetli eğitim ve yaşadığı olumsuz şartlara gösterdiği sabır, onun ününü her tarafa yayar. Sadece literatürde değil, sosyal hafızada da yer bulan Ömer b. Said anısına, medfun olduğu Fayetteville şehrinde 1991 yılında bir cami inşa edilir ve bu camiye “Omar ibn Sayid” adı verilmiştir.

Said oğlu Ömer’in hatıra defteri

Ömer’in hatıratı besmele, Sevgili Peygamberimizi öven cümleler ve Kur’ân-ı Kerîm’den pasajlarla başlar. Anlatımı kronolojik veya belli bir sırayı takip etmez. Hayatındaki önemli olayları yazmıştır; Amerika’ya zorla getirilişi ve yol boyunca çektiği sıkıntılar, Amerikalı ilk sahibinden gördüğü zulüm, ölümü göze alarak firar edişi, sonra yakalanması, hapishanede geçirdiği süre ve James Owen’ın evinde son bulan yolculuk…

Bu yazılar, isimleri unutulan binlerce köleden İbn Seyyid’i ayıran en bariz nitelik olmuştur. Zira o günlerde hiçbiri, yaşadıklarını yazıya dökecek imkana sahip değildiler. Kağıt ve kalem yokluğundan öte ABD’nde köleleştirilmiş insanlar arasındaki okuryazarlık yasal değildi. Yani eğitim ve öğretim alamazlardı.

Buna rağmen kendisi gibi vaftiz edilmiş köleler olan Bilali Mohammad, Salih Bilali, İbrahim Abdurrahman ve Lamine Kebe adlı müslümanlarla arapça mektuplaşarak içinde bulundukları zulme karşı mânen direndiler.

Herkes onların İncil okuyup hıristiyan dualarını kaleme aldıklarını sanırken, içinde bulundukları cendereden kurtulmak için dua niyetine Kur’ân-ı Kerîm ayetleri yazıyorlardı.

İçlerinden bazıları hürriyetlerine kavuşup ülkelerine döndüklerinde Müslümanlıklarını rahatça yaşamaya başladılar. Mesela İbrahim, 40 yıllık köleliğin ardından 1829 yılında ülkesi Gine’ye geri gönderildi. Benzer şekilde, öğretmenlik yaparken kaçırılan Lamine Kebe, 30 yıllık kölelikten sonra 1836’da Liberya’ya dönebildi. Ama Ömer bin Said, ülkesine dönemeyecek kadar yaşlıydı.

Kuzey Karolina’nın güneybatısında bulunan Davidson şehrinde bulunan Davidson Kolej Kütüphanesi’nde, General Owen’ın Ömer bin Seyyid’e hediye ettiği Arapça bir İncil bulunur. Üzerinde İbn Seyyid’in yukarıda bahsettiğimiz notları vardır. Bu yüzden İbn Seyyid’in İncil’i olarak meşhur olmuştur. Bu İncil’i onun Arapçaya çevirdiği söylense de doğru değildir. Bu İncil 1700’lerin sonunda Oxford ve Cambridge’li iki profesör tarafından Arapçaya çevrilmiş ve Afrika’daki misyonerlik faaliyetlerinde de kullanılmıştı.

İbn Seyyid’in üzerine notlar aldığı bu İncil, Ömer bin Seyyid’in vefatından sonra, John Owen’ın kızı Ellen Guion tarafından, 1871 yılında misyonerlik faaliyetlerinde meşhur olan Davidson College’in kütüphanesine hediye edilmiştir.

Araştırma yapacaklar için hem burada hem de Chapel Hill’de bulunan North Carolina Üniversitesi’nin Wilson Kütüphanesi’nde başka orijinal kaynaklar da vardır.

KAYNAKLAR
Muslim Slave Aristocrats in North Carolina, Thomas C. Parramore, The North Carolina Historical Review, Volume LXXVII/2, 2000
Five Classic Muslim Slave Narratives, Muhammed Al-Ahari, Magribine Press, Chicago-2006
A Muslim American Slave: The Life of Omar Ibn Said, Translated by Prof. Ala Alryyes, New York University Press-2000
The Life of Omar ibn Said, Jonathan Curiel, Saudi Aramco World, Volume 61, March/April 2010

Ahmet Sarbay

Paylaşın:

Sevebilirsin...